Oyun, çocuğun size kendi dünyasının kapılarını
açmasıdır. Çocuk oyun davetiyle sizi kendi
dünyasına çağırır ve “gel, beni anla” der. Çocuğun iletişim dilidir oyun.
Anlatmak istediklerini sözcüklerle değil de oyun yoluyla anlatmayı seçer. Bu
nedenle çocuğun sürekli oynadığı oyun, oyuncak bize onunla ilgili ipuçları
verir. Yine çocuk yaşadığı travmatik olayları oyun olarak tekrarlar ve
duygularını gün yüzüne çıkarmaya, acısını hafifletmeye ve bazen de olayı
kendince normalleştirmeye çalışır. Bu nedenle oyun, çocukla iletişim kurmak
için son derece önemlidir.
Ancak
değişen zaman ve yaşam koşulları ile birlikte çocukların oyunları da değişti. Çocukların oyun
oynama özgürlüklerini elinden aldık belki de. Dar alanlara hapsettik. Ellerine
çocuğu pasifize etmede mahir, renkli sanal dünyalar tutuşturduk. O da yetmedi
sırf arkadaşlarıyla oynasın, sosyalleşsin diye gönderdiğimiz kreşlerde,
anasınıflarında çocuğumuzdan “başarı” bekler olduk! 4 yaşındaki çocuğunun
öğretmenine “Niye ödev vermiyorsunuz?” diye çıkışan anneleriz artık biz! “Şu
sınıfın öğretmeni sayıları öğretmiş, siz neden öğretmiyorsunuz?” diyen
babalarız! Onun da ötesine geçip “Okuma yazma öğretseniz!” diyenleriz. Oysa bu
konuda yapılan yığınla araştırmanın hiçbirisi okuma-yazmayı erken öğrenen
çocuklar ilerde daha başarılı ve mutlu olur demiyor! Aksine erken yaşta
okuma-yazma öğretilen (öğrenen demiyorum!) çocukların ilk yıllarda başarılı gibi
olsa da ilerleyen yıllarda bu farkın kapandığı ve bu çocukların okuduklarını
anlamakta zorlandığına, duygusal ve davranışsal problemler yaşadıklarına dair
bulgular var!* Neyin peşindeyiz biz Allah aşkına diyesim geliyor bazen!
Çocuğumuzu akademik anlamda zorlayarak onun iyiliğini mi istiyoruz, yoksa kendi
egomuzu tatmin etmenin mi peşindeyiz? Hakikaten bi durup düşünmek gerektiği
kanaatindeyim.
0-6
yaş çocuğu öğreneceklerini akademik eğitimle öğrenmez. Çocuk olgunlaştıkça, sorular sorarak, çevresini gözlemleyerek
renkleri, sayıları, kavramları zaten kendiliğinden öğrenir. Yaşı geldiğinde
okuma-yazma, matematik de öğrenir. Ama oyun oynayamaz. Hayal edemez. Dileğince
koşup ağaçlara tırmanamaz. Her merak ettiğini soramaz. Çocukken oyun oynamayı
hep ertelediğimiz çocuklarımız ergen olunca bizi kendi dünyasına da almaz! O
çocukken davet ettiğinde onun dünyasına girmemişizdir çünkü, şimdi de onun
dünyasında bize verecek yeri yoktur!
Aksine
çocuğu en çok geliştiren şey, kendi hayal dünyasıyla kurduğu serbest oyunlardır. Zıplamak, koşmak, hareket etmek, nesneleri ya da oyuncakları
olduğundan farklı anlam yükleyerek oynamaktır. Ağacı maviye, gökyüzünü
turuncuya boyamak; uçan kedi çizmektir. Sınırsızca hayal etmektir. Biz ailelere
ve eğitimcilere düşense; onu hayal ettiği yerden koparıp kendi renksiz
dünyamıza sürüklemek değil, elinden tutarak onun renkli dünyasına beraberce
dalmaktır.
İşte dilediğince oynayan bir karakter Gürültücü Güven. "Gürültücü Güven'i çocuklar çok seviyor, sanırım kendilerine yakın
hissediyorlar" diyor çocuk gelişimi uzmanı bir arkadaşım. Hakikaten de
öyle :) Bu gürültücü çocuğu biz sevdik, umarım siz de seversiniz..
*http://www.egitimpedia.com/arastirma-erken-yasta-akademik-egitimin-uzun-vadeli-zararlari-bulunuyor/
*http://www.egitimpedia.com/arastirma-erken-yasta-akademik-egitimin-uzun-vadeli-zararlari-bulunuyor/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder