27 Mayıs 2016 Cuma

Gürültücü Çocuklara, Gürültücü Güven :)


Oyun, çocuğun size kendi dünyasının kapılarını açmasıdır. Çocuk oyun davetiyle sizi kendi dünyasına çağırır ve “gel, beni anla” der. Çocuğun iletişim dilidir oyun. Anlatmak istediklerini sözcüklerle değil de oyun yoluyla anlatmayı seçer. Bu nedenle çocuğun sürekli oynadığı oyun, oyuncak bize onunla ilgili ipuçları verir. Yine çocuk yaşadığı travmatik olayları oyun olarak tekrarlar ve duygularını gün yüzüne çıkarmaya, acısını hafifletmeye ve bazen de olayı kendince normalleştirmeye çalışır. Bu nedenle oyun, çocukla iletişim kurmak için son derece önemlidir. 

Ancak değişen zaman ve yaşam koşulları ile birlikte çocukların oyunları da değişti. Çocukların oyun oynama özgürlüklerini elinden aldık belki de. Dar alanlara hapsettik. Ellerine çocuğu pasifize etmede mahir, renkli sanal dünyalar tutuşturduk. O da yetmedi sırf arkadaşlarıyla oynasın, sosyalleşsin diye gönderdiğimiz kreşlerde, anasınıflarında çocuğumuzdan “başarı” bekler olduk! 4 yaşındaki çocuğunun öğretmenine “Niye ödev vermiyorsunuz?” diye çıkışan anneleriz artık biz! “Şu sınıfın öğretmeni sayıları öğretmiş, siz neden öğretmiyorsunuz?” diyen babalarız! Onun da ötesine geçip “Okuma yazma öğretseniz!” diyenleriz. Oysa bu konuda yapılan yığınla araştırmanın hiçbirisi okuma-yazmayı erken öğrenen çocuklar ilerde daha başarılı ve mutlu olur demiyor! Aksine erken yaşta okuma-yazma öğretilen (öğrenen demiyorum!) çocukların ilk yıllarda başarılı gibi olsa da ilerleyen yıllarda bu farkın kapandığı ve bu çocukların okuduklarını anlamakta zorlandığına, duygusal ve davranışsal problemler yaşadıklarına dair bulgular var!* Neyin peşindeyiz biz Allah aşkına diyesim geliyor bazen! Çocuğumuzu akademik anlamda zorlayarak onun iyiliğini mi istiyoruz, yoksa kendi egomuzu tatmin etmenin mi peşindeyiz? Hakikaten bi durup düşünmek gerektiği kanaatindeyim. 


0-6 yaş çocuğu öğreneceklerini akademik eğitimle öğrenmez. Çocuk olgunlaştıkça, sorular sorarak, çevresini gözlemleyerek renkleri, sayıları, kavramları zaten kendiliğinden öğrenir. Yaşı geldiğinde okuma-yazma, matematik de öğrenir. Ama oyun oynayamaz. Hayal edemez. Dileğince koşup ağaçlara tırmanamaz. Her merak ettiğini soramaz. Çocukken oyun oynamayı hep ertelediğimiz çocuklarımız ergen olunca bizi kendi dünyasına da almaz! O çocukken davet ettiğinde onun dünyasına girmemişizdir çünkü, şimdi de onun dünyasında bize verecek yeri yoktur!


Aksine çocuğu en çok geliştiren şey, kendi hayal dünyasıyla kurduğu serbest oyunlardır. Zıplamak, koşmak, hareket etmek, nesneleri ya da oyuncakları olduğundan farklı anlam yükleyerek oynamaktır. Ağacı maviye, gökyüzünü turuncuya boyamak; uçan kedi çizmektir. Sınırsızca hayal etmektir. Biz ailelere ve eğitimcilere düşense; onu hayal ettiği yerden koparıp kendi renksiz dünyamıza sürüklemek değil, elinden tutarak onun renkli dünyasına beraberce dalmaktır. 


İşte dilediğince oynayan bir karakter Gürültücü Güven "Gürültücü Güven'i çocuklar çok seviyor, sanırım kendilerine yakın hissediyorlar" diyor çocuk gelişimi uzmanı bir arkadaşım. Hakikaten de öyle :) Bu gürültücü çocuğu biz sevdik, umarım siz de seversiniz.. 

*
http://www.egitimpedia.com/arastirma-erken-yasta-akademik-egitimin-uzun-vadeli-zararlari-bulunuyor/



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder